04 Ekim, 2009

Karanlıktakiler


İzledim.
Düşünüyorum üzerinde, sanırım Gülseren'in durumuna sebep olan sahne kötüydü. İzlemeyenler için anlatmıyorum. Çağan Irmak'ın sürpriz olarak tanımladığı finalden bahsediyorum. Gülsereni görmüyoruz ama diğer kişi-onu da göremiyoruz bir sebepten dolayı- ama her kimse kötü bir oyunculuk sergilemiş.

Bunun dışında Umay'ın (Derya Alabora)toplantıya katılanları kapıda uğurladıktan sonra gündüzden geceye dönen yüzü, Gülseren'in(Meral Çetinkaya) gerçeği reddedip kendi kurduğu dünyada yaşadıkları-ağzında sigarayla bulaşıkların üzerine su tutuşu- kısacası oyunculuklar çok başarılıydı. Meral Çetinkaya, Derya Alabora ve Erdem Akakçe'nin oyunculuklarını ayakta alkışlıyorum. Oyuncu seçimleri için de yönetmeni. Ajansın gece bekçisi vardı her gece yalnızlığını unutmaya çalışması. Hangi sahneydi tam hatırlayamadım ama Egemen'in (Erdem Akakçe) ışıklar sönüp karanlıkta kaldığı bir yer vardı, içindeki karanlıkla başbaşa kalışı o karanlıkla vurgulanmış, güzel olmuş. Çağan Irmak ilk psikolojik gerilim filmim dedi, uzun metraj olarak haklı olabilir ancak benzer tarzı daha önce Kabuslar Evi'nde de kullanmıştı.
İçimizden birini seçip perdeye yansıtıyor o. Birebir olayar olmasa da Gülseren'i de, Egemen'i de ve Umay'ı hatta teyzeyi, gece bekçisini ve film yönetmenini görüyorum günlük hayatta. İşte o yüzden hep tam onikiden vuruyor. Yüreğimize dokunuyor. Acıtıyor, düşündürüyor.
Bu filmin özlü sözü, ki he filmde birklasik ve bunu çok seviyorum şiirsel buluyorum
"Ölmek kolaydı ama sen vardın"
Son eleştiri, filmlerinde aceleye gelmiş hissini Issız Adam'dan beri hissetmeye başladım. Bence buna dikkat.
Bir de hiç değişmemiş sanki.

Şiirlerini yayınlamayı reddederek dünyayı cezalandıran bir şair

Woody Allen'ın son filmi Vicky Christina Barcelona’nın aradığım replikleri: Juan Antonio'nun dünyaya kızgın olduğu için şiirlerini yayınlamayanrak ona ceza veren babası Julio ile ilgili bölüm, filmin en çarpıcı yeriydi bana göre :


Vicky: Babanı ve evini görmeyi çok isterim.

Juan Antonio: Babam, Julio.

Vicky: Baksana, konuşmaya devam edersek... sanırım pek...

J.A: Sorun yok.Gayet iyiydin.İngilizce konuşmuyor.

V::Eminim İspanyolcam idare eder.

J.A: Başka bir dil konuşmayı reddediyor.Babam için önemli bir mesele.

V:Gerçekten mi? Neden?

J.A:Çünkü kendisi bir şair ve en güzel kelimeleri İspanyolca ile yazıyor. Bir şairin kendi kelimelerini başka bir dil kullanarak kirletmemesi gerektiğine inanıyor...

V: Hayır, bu...yani biraz...hayır, gayet mantıklı, anlıyorum, çeviri nedeniyle bazı şeyler kaybolabilir. Biraz İspanyolca dersi aldım.Tabii, dil konusunda pek yetenekli değilim.Okuduğumu anlıyorum fakat iyi konuşamıyorum. Belki babanın şiirlerinden okurum.

J.A: Hayır, eserlerini yayımlamıyor. Mesele de bu.

V: Neden ki?

J.A:Sonra anlatırım. Biraz konyak alır mısın?

V:Evet, sağ ol.

J.A: İyi görünüyorsun...sağlığın yerinde baba.

Julio: Sağ ol, seni de iyi gördüm.Maria Elena’dan haber var mı?

J.A: Hâlâ şu mimarla Madrid’de kalıyormuş.

J: En iyisi o kadındı.Bu yaşımda hâlâ onunla ilgili erotik rüyalar görüyorum.

J.A: O da seni çok severdi baba.

...
V: Eee...anlat bakalım, baban neden şiirlerini yayımlamıyor?

J.A: Çünkü dünyadan nefret ediyor ve bu şekilde intikam alıyor.Güzel eserler yaratıp sonra da onları insanlarla paylaşmıyor ki bu bence...

Tanrım.

V:Peki, insanlara karşı onu bu kadar kızdıran şey ne?

J.A: Çünkü binlerce yıllık uygarlığa rağmen hâlâ sevmeyi öğrenemediler.