07 Aralık, 2009
Rüzgarın götürdüğü yere git
Adam çocuğuna öykü okuyor. Yüksek sesle. Yağmur izlerini bırakıyor yeryüzüne, bulutlar rüzgarın habercisi. Bulutlar, sözcüklerle yarışıyor. Hemen yanımdaki derede bir martı ve birkaç karabatak yüzüyordu bu sabah. Martı sakin sakin etrafı izliyor yüzdüğü yerden. Karabataklar dalıp çıkıyor suya. Onları izliyorum olduğum yerden. Suyun sükuneti, suyun samimiyeti ve yaşama sahip çıkışını izliyorum olduğum yerden. Underground Otopark’ı İlhan Berk’le okumaya başladım.
16 Kasım, 2009
02 Kasım, 2009
Asal Sayıların Yalnızlığı ve Eldivenler
Asal Sayıları yalnızlığı, tanıtımlarda da belirtildiği gibi ilkgençlik sancılarını ve biri kendi isteği ile yalnızlığı seçen diğeri de toplum tarafından yalnızlığa itilmiş iki gencin yaşamını sunuyor okuyucuya. Yalnızlık benim de sihirli sözcüğüm olduğu için hemen okudum, açıkçası yirmiyedi yaşında yazarın başarısına özendim diyebilirim. Biyografik yanları olduğunu düşündüren pek çok detay var ancak olay örgüsü içine başarıyla yerleştirilmiş.
"Asal sayılar yalnızdır; sadece kendilerine ve bire bölünebilirler; asla eşlerini bulamazlar." teoremi üzerine kurulan kitap, iz bırakıyor yalnızlıklar üzerinde.
ELDİVENLER
Hemen arkasından başladığım Murathan Mungan'ın Eldivenler, Hikayeler henüz bitmedi ama özellikle İzmir'de geçen öykü ve İzmir'le ilgili yorumlar kayda değer.
06 Ekim, 2009
Buluşma II
Ali'yi servisten aldıktan sonra vapurla karşıya geçtik. Ali de ben de heyecanlıydık. Vapur iskeleye yanaştığında beraber “kara göründüüüü” diye bağırdık.
“Kara göründüüüü”
Büyük Baba, daha önce konuştuğumuz gibi Ali’yi alıp gitti. Araba iskeleden uzaklaşırken onu farkettim bekleyen. Beni almaya gelmiş, biz biraz gecikince sinirlenmiş olmalı. Beyaz minibüse bindik aceleyle.
“Kara göründüüüü”
Büyük Baba, daha önce konuştuğumuz gibi Ali’yi alıp gitti. Araba iskeleden uzaklaşırken onu farkettim bekleyen. Beni almaya gelmiş, biz biraz gecikince sinirlenmiş olmalı. Beyaz minibüse bindik aceleyle.
Beni almaya gelmiş.
Yolda biraz sakinleşince anlatmaya başlıyor.
.......
Sanki hiç değişmemiş ve sanki zaman araya girmemiş. Sanki kantindeyiz hala. O basık, gri ve kahverengi ve sade, masa ve sandalyelerden ibaret gösterişten uzak o kantindeyiz.
O heyecanla anlatıyor. Şimdi olduğu gibi. Ve sanki biz hiç değişmemişiz.
-SON-
İlyana
-Bi şairin rakısıyla sigarasının dumanı arasındaki
en kestirme yoldur yaşamak -
Şiir akşamından Taksim’e doğru
Ar damarı çatlamış bir düşün
Kırılma sesidir İlyana
Üstüne basa basa
ben şimdi sana nasıl anlatayım İlyana?
Bir şairin rakısıyla en telli sigarası arasında
En uzun yoldur senin yolun
Erotik bi şopun vitrininden sızan
Üçbeş dizedir,
Yalnız bir şiir akşamıdır
En ön masadan seyrine daldığın
Ben sana nasıl anlatayım,
Bu artık ölüm kalım meselesidir
Sözdür, sazdır, alınteridir
Damla damla kanayan
Şiir akşamından yukarı Taksim’e doğru
Uyaklı bir İstiklal akşamıdır
En kırılgan yeridir ruhumuzun
Sitemdir, selzeniştir
Fa diyez tonundan bir perdedir
Yalnızlığımız, yaşamışlığımızdır
Ah, ben sana nasıl anlatayım
Üstüne basa basa
Bir kadeh şaraba banılmış eksik bi şiirdir
Ki İstanbul’dur en yalnızımız
Vakit’siz ve ürkek bir şiir akşamıdır
Yemeklerden hemen önce alınan
Yaşamaktır İlyana
Sabahtan akşama yaşamaktır
Bağıra bağıra yaşamaktır
Geceden sabaha
Ölüm korkusudur kimi zaman
Yaşamaktan anladığımız
Sabahın geceye vuran ıssız kokusudur
Ah bir seni tanısaydım İlyana
Bir anlatsaydım sana
Parmakkapı’dan yukarı Taksim’e doğru
Titrek sesle okunan bi şiirdir aslolan
Yaşamın ta kendisidir, haykırıştır, isyandır
Üstüne basa basa
Yaşamaktır düpedüz İlyana
Düşle Edebiyat Dergisi, Sayı 86
en kestirme yoldur yaşamak -
Şiir akşamından Taksim’e doğru
Ar damarı çatlamış bir düşün
Kırılma sesidir İlyana
Üstüne basa basa
ben şimdi sana nasıl anlatayım İlyana?
Bir şairin rakısıyla en telli sigarası arasında
En uzun yoldur senin yolun
Erotik bi şopun vitrininden sızan
Üçbeş dizedir,
Yalnız bir şiir akşamıdır
En ön masadan seyrine daldığın
Ben sana nasıl anlatayım,
Bu artık ölüm kalım meselesidir
Sözdür, sazdır, alınteridir
Damla damla kanayan
Şiir akşamından yukarı Taksim’e doğru
Uyaklı bir İstiklal akşamıdır
En kırılgan yeridir ruhumuzun
Sitemdir, selzeniştir
Fa diyez tonundan bir perdedir
Yalnızlığımız, yaşamışlığımızdır
Ah, ben sana nasıl anlatayım
Üstüne basa basa
Bir kadeh şaraba banılmış eksik bi şiirdir
Ki İstanbul’dur en yalnızımız
Vakit’siz ve ürkek bir şiir akşamıdır
Yemeklerden hemen önce alınan
Yaşamaktır İlyana
Sabahtan akşama yaşamaktır
Bağıra bağıra yaşamaktır
Geceden sabaha
Ölüm korkusudur kimi zaman
Yaşamaktan anladığımız
Sabahın geceye vuran ıssız kokusudur
Ah bir seni tanısaydım İlyana
Bir anlatsaydım sana
Parmakkapı’dan yukarı Taksim’e doğru
Titrek sesle okunan bi şiirdir aslolan
Yaşamın ta kendisidir, haykırıştır, isyandır
Üstüne basa basa
Yaşamaktır düpedüz İlyana
Düşle Edebiyat Dergisi, Sayı 86
04 Ekim, 2009
Karanlıktakiler
İzledim.
Düşünüyorum üzerinde, sanırım Gülseren'in durumuna sebep olan sahne kötüydü. İzlemeyenler için anlatmıyorum. Çağan Irmak'ın sürpriz olarak tanımladığı finalden bahsediyorum. Gülsereni görmüyoruz ama diğer kişi-onu da göremiyoruz bir sebepten dolayı- ama her kimse kötü bir oyunculuk sergilemiş.
Bunun dışında Umay'ın (Derya Alabora)toplantıya katılanları kapıda uğurladıktan sonra gündüzden geceye dönen yüzü, Gülseren'in(Meral Çetinkaya) gerçeği reddedip kendi kurduğu dünyada yaşadıkları-ağzında sigarayla bulaşıkların üzerine su tutuşu- kısacası oyunculuklar çok başarılıydı. Meral Çetinkaya, Derya Alabora ve Erdem Akakçe'nin oyunculuklarını ayakta alkışlıyorum. Oyuncu seçimleri için de yönetmeni. Ajansın gece bekçisi vardı her gece yalnızlığını unutmaya çalışması. Hangi sahneydi tam hatırlayamadım ama Egemen'in (Erdem Akakçe) ışıklar sönüp karanlıkta kaldığı bir yer vardı, içindeki karanlıkla başbaşa kalışı o karanlıkla vurgulanmış, güzel olmuş. Çağan Irmak ilk psikolojik gerilim filmim dedi, uzun metraj olarak haklı olabilir ancak benzer tarzı daha önce Kabuslar Evi'nde de kullanmıştı.
İçimizden birini seçip perdeye yansıtıyor o. Birebir olayar olmasa da Gülseren'i de, Egemen'i de ve Umay'ı hatta teyzeyi, gece bekçisini ve film yönetmenini görüyorum günlük hayatta. İşte o yüzden hep tam onikiden vuruyor. Yüreğimize dokunuyor. Acıtıyor, düşündürüyor.
Bu filmin özlü sözü, ki he filmde birklasik ve bunu çok seviyorum şiirsel buluyorum
"Ölmek kolaydı ama sen vardın"
Son eleştiri, filmlerinde aceleye gelmiş hissini Issız Adam'dan beri hissetmeye başladım. Bence buna dikkat.
Bir de hiç değişmemiş sanki.
Şiirlerini yayınlamayı reddederek dünyayı cezalandıran bir şair
Woody Allen'ın son filmi Vicky Christina Barcelona’nın aradığım replikleri: Juan Antonio'nun dünyaya kızgın olduğu için şiirlerini yayınlamayanrak ona ceza veren babası Julio ile ilgili bölüm, filmin en çarpıcı yeriydi bana göre :
Vicky: Babanı ve evini görmeyi çok isterim.
Juan Antonio: Babam, Julio.
Vicky: Baksana, konuşmaya devam edersek... sanırım pek...
J.A: Sorun yok.Gayet iyiydin.İngilizce konuşmuyor.
V::Eminim İspanyolcam idare eder.
J.A: Başka bir dil konuşmayı reddediyor.Babam için önemli bir mesele.
V:Gerçekten mi? Neden?
J.A:Çünkü kendisi bir şair ve en güzel kelimeleri İspanyolca ile yazıyor. Bir şairin kendi kelimelerini başka bir dil kullanarak kirletmemesi gerektiğine inanıyor...
V: Hayır, bu...yani biraz...hayır, gayet mantıklı, anlıyorum, çeviri nedeniyle bazı şeyler kaybolabilir. Biraz İspanyolca dersi aldım.Tabii, dil konusunda pek yetenekli değilim.Okuduğumu anlıyorum fakat iyi konuşamıyorum. Belki babanın şiirlerinden okurum.
J.A: Hayır, eserlerini yayımlamıyor. Mesele de bu.
V: Neden ki?
J.A:Sonra anlatırım. Biraz konyak alır mısın?
V:Evet, sağ ol.
J.A: İyi görünüyorsun...sağlığın yerinde baba.
Julio: Sağ ol, seni de iyi gördüm.Maria Elena’dan haber var mı?
J.A: Hâlâ şu mimarla Madrid’de kalıyormuş.
J: En iyisi o kadındı.Bu yaşımda hâlâ onunla ilgili erotik rüyalar görüyorum.
J.A: O da seni çok severdi baba.
...
V: Eee...anlat bakalım, baban neden şiirlerini yayımlamıyor?
J.A: Çünkü dünyadan nefret ediyor ve bu şekilde intikam alıyor.Güzel eserler yaratıp sonra da onları insanlarla paylaşmıyor ki bu bence...
Tanrım.
V:Peki, insanlara karşı onu bu kadar kızdıran şey ne?
J.A: Çünkü binlerce yıllık uygarlığa rağmen hâlâ sevmeyi öğrenemediler.
Vicky: Babanı ve evini görmeyi çok isterim.
Juan Antonio: Babam, Julio.
Vicky: Baksana, konuşmaya devam edersek... sanırım pek...
J.A: Sorun yok.Gayet iyiydin.İngilizce konuşmuyor.
V::Eminim İspanyolcam idare eder.
J.A: Başka bir dil konuşmayı reddediyor.Babam için önemli bir mesele.
V:Gerçekten mi? Neden?
J.A:Çünkü kendisi bir şair ve en güzel kelimeleri İspanyolca ile yazıyor. Bir şairin kendi kelimelerini başka bir dil kullanarak kirletmemesi gerektiğine inanıyor...
V: Hayır, bu...yani biraz...hayır, gayet mantıklı, anlıyorum, çeviri nedeniyle bazı şeyler kaybolabilir. Biraz İspanyolca dersi aldım.Tabii, dil konusunda pek yetenekli değilim.Okuduğumu anlıyorum fakat iyi konuşamıyorum. Belki babanın şiirlerinden okurum.
J.A: Hayır, eserlerini yayımlamıyor. Mesele de bu.
V: Neden ki?
J.A:Sonra anlatırım. Biraz konyak alır mısın?
V:Evet, sağ ol.
J.A: İyi görünüyorsun...sağlığın yerinde baba.
Julio: Sağ ol, seni de iyi gördüm.Maria Elena’dan haber var mı?
J.A: Hâlâ şu mimarla Madrid’de kalıyormuş.
J: En iyisi o kadındı.Bu yaşımda hâlâ onunla ilgili erotik rüyalar görüyorum.
J.A: O da seni çok severdi baba.
...
V: Eee...anlat bakalım, baban neden şiirlerini yayımlamıyor?
J.A: Çünkü dünyadan nefret ediyor ve bu şekilde intikam alıyor.Güzel eserler yaratıp sonra da onları insanlarla paylaşmıyor ki bu bence...
Tanrım.
V:Peki, insanlara karşı onu bu kadar kızdıran şey ne?
J.A: Çünkü binlerce yıllık uygarlığa rağmen hâlâ sevmeyi öğrenemediler.
01 Ekim, 2009
L'ecume de Vian(*)
Vian Usta'yla tanışmam çok eskilere dayanıyor. Bunda geç kalmamışım. Le Loup Garou yani Kurt Adam. Altıkırkbeş'ten çıkmış o zaman. Birkaç yıl önce tekrar elime geçince okumadan edemedim. Hemen üstüne de L'ecume des Jours/ Günlerin Köpüğü'nü Fransızca ve Türkçe eşzamanlı okudum. O ne düşgücüdür? İşte biriki not:
-Sokak Chloé’ye götürüyordu. / La rue menait a Choé.
-Nehirlerin denizlere döküldüğü yerlerde ganimetlerin dans ettiği köpüklü ters akıntılar,aşılması güç bir engel oluşturur.
-Güneş de Chloé’yi bekliyordu. /Le soleil aussi atandait Chloé
- Sokak Chloe ve Colin’in gidişinden beri görüntüsünü değiştirmişti. /La rue avait tout afait changé d’aspect depuit le depart Colin et de Chloé.
- Ayaklarının altında gece olmuştu. /Sous ses pas il faisait nuit.
-Nehirlerin denizlere döküldüğü yerlerde ganimetlerin dans ettiği köpüklü ters akıntılar,aşılması güç bir engel oluşturur.
-Güneş de Chloé’yi bekliyordu. /Le soleil aussi atandait Chloé
- Sokak Chloe ve Colin’in gidişinden beri görüntüsünü değiştirmişti. /La rue avait tout afait changé d’aspect depuit le depart Colin et de Chloé.
- Ayaklarının altında gece olmuştu. /Sous ses pas il faisait nuit.
Yanında Duke Ellington ve Tuna Ötenel'in Lecume de Vian’ı(*),
Bir de, son günlerde Jean-Sol Partre'a aşırı hayran ve bu yüzden koleksiyonunu genişletmek için bütün parasını onun kitaplarına harcayan Chick'e fazla benzemeye başladım sanki.
Otobüs'te Şiir Okuması
Küçük İskender okuyorum, kendi sesinden. Otobüsün içi rakı kokuyor. Rakı kokuyor. Yeni bir deneme bu, şairin sesini getiriyorum usuma. Şiiri okumaya başlıyor, Remix dualar. Şoförü dövmem lazım tutmayın. Şoför söyleniyor birilerine. Bir çocuk bilmen ne mahallesine nasıl gidilir diye sordu diye. Burdan gidilmez diyor, söyleniyor. Şoförü kesin evire çevire dövmem lazım.
Braz sessizlik, Ben k. İskenderi okuyorum, şiirle arama girmeyin.
Varlık Eylül 2009, Sayfa 39
28 Eylül, 2009
Eylül
Eylül, yağmurun izlerini bırakarak yol alıyor Ekim’e doğru. Yüzyıllardır yaptığı gibi, insanlar gelip geçiyor, insanlar. Aylar geçiyor ve zaman...Yağmur, kimi zaman hırçın ve öfkeli, kimi zaman sessiz ve sakin, inceden izler bırakıyor tarihin dingin sayfalarına. Eylül, kocaman gözlü kadınların gözyaşlarını saklıyor içinde. Gözlerinde yüreğini taşıyan kadınlar Eylül’e daha bir yakışıyor sanki. Sevmek Zamanı’nın yağmur altında başlayan sahnesi ve Cherbourg Şemsiyeleri'nin rengarenk şemsiyelerle başlayan ilk kareleri düşüyor aklıma.
Yağmura eşlik eden keman, içimdeki tellere dokunuyor yayın her hareketinde.
Yağmur, güneşi getireceksen ardında, durma yağ, yağ ve akıt kirini ve pasını içimin. Güneşi katacaksan arkana yağ ve güneşe teslim et sabahlarını.
Eylül, yağmurun izlerini taşıyor Ekim’e yol alırken. Ve yağmur, herşeyi alıp götürüyor beraberinde. Ardından ağlıyor kocaman gözlü kadınlar.
http://www.zerrintekindor.net/
To Be or?
Bütün mesele yokolduktan sonra varolmak. Varolmak, yazarak. Yazarak yaşamak, yaşayarak yazmak ve varolmak. Varoluşu anlamak yazarak. Bir noktanın yolculuğu evrende. Bir şiire konulan bir noktanın varoluşunu anlamak. O noktayı yaratmak. Şiirin bir dizesi olmak evrende, ve onu anlamak. Yokolmayı göze almak varolmak için, nokta olmayı göze almak. Ama o nokta olmayı başarmak bulunduğumuz düzlemde. Bir şiir için varolmak, bir söz için. Bir dize için yaşamak. Galiba bütün mesele bu.
Lirik Metamorfoz
Aşkın bittiği yeri gördüm
Gün oldu
Nefretle yıkadılar kendilerini
- ki çiçekler açmıyor artık orda
Ulaşmıyor suları denize
Nehirler gördüm
Akmayan nehirler
- ki aşkın bitti yerdi
Gün oldu
Nefretle yıkadılar kendilerini
- ki çiçekler açmıyor artık orda
Ulaşmıyor suları denize
Nehirler gördüm
Akmayan nehirler
- ki aşkın bitti yerdi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)